Ali’nin cin’ine olanla başladı bizim sevdamız!
Siz gidin Cin gibi çocuğa; “Ali topu tut’, çocuk tam topu tutacak, yok “Ali okul açıldı”! ‘Ali kalem al” hazır almışken “Ali yazı yaz” Ali tam bırakmış topu, kabullenmiş okulu, almış kalemi, yazmaya başlamış, birden ne alakaysa; “Ali ata bin”!
E malum Türk’üz biz, ezilmişi, horlanmışı, mazlumu, mağduru severiz! İp atlamaya, ata binmeye, zili çalmaya yani her şeyi bir başına yapmaya zorlanan Cin Ali, çocukluk kahramanımızdı bizim, onunla başladık okumaya, hakkını ödeyemeyiz!
Büyüdükçe birçok kahraman girdi hayatıma; Anna Karenina, Emma Bovary, Don Kişot, İnce Memed, Bihter ve daha niceleri! Ciltli kitapların sayfaları arasından sızıp kalbime girdiler, diyar diyar gezdirdiler.
Ortalık toz duman, tadım tuzum da yerle bir iken kapatıp fazla ışıkları, sessize alıp dünyayı, takıldım ciltli kapakların peşine, kaybettim kendimi binbir hikayenin içinde!
Ve gördüm ki hiçbir gemi götüremiyor bizi, kitaplar kadar uzaklara!
Kapılara benzetiyorum ben kitapları, açıp girdin mi, gidiveriyorsun başka dünyalara!
O dünyalarda unutuyorsun tüm kızgınlıklarını-kırgınlıklarını, kısıp sesini- titreşime alıyorsun hayatını!
Sürreal bir açıdan da rüya görmek gibidir kitap okumak, olaylar rüyada olduğu gibi iradeniz dışında yaşanır. Rüyadan farkı, istediğiniz zaman, kaldığınız yerden başlanır.
“Boş zamanlarınızda ne yaparsınız?” sorusunun karşılığıdır çoğu zaman, ‘kitap okumak’!
Ne yanlış bir cevaptır oysa bu! Aksine belki de hayatın en dolu yaşandığı, insanın ufkunun en fazla geliştiği zamanlardır kitap okunan zamanlar! Kitabın sayfaları içinde gezinirken, empati yapabilir, daha hoşgörülü olabilir, sakinleşebilir, çevrenizdekileri yargılamadan ve suçlamadan, oldukları gibi kabul etmeyi öğrenebilirsiniz. Okurken bir kitabı, herkes farklı şeyler düşünür, farklı hayaller kurar kafasında!
Herkesin farklı bir bam telini titretir ince ince! Özgün olmayı, kendi fikirlerini üretebilmeyi, gördüklerinden farklı çıkarımlar yapmayı öğretir kitaplar, insana! Birey olmayı öğretir aslında!
Ne güzel anlattım değil mi! Ama gel gör ki herkesi de ikna edemiyorum ki;
Günde ortalama 7 saat televizyon seyreden Türk halkı, kitap okumaya yılda yalnızca 6 saat vakit ayırıyormuş ne yazık ki!
‘Biraz kitap okusana’ dediğim oğlum bile; ‘Bu kitabın filmi var mı acaba, okuyacağıma izlesem olmaz mı?’ diye soruyor, düşünün yani vehameti!
Ama bu haftanın anlam ve önemine binaen, tozlu raflarda- kitapların sayfaları arasında okumaya davet ediyorum sizi!
Okumak, gökyüzünde süzülmek ise kütüphane, yıldızlara tırmanmanın niyet edildiği rasathanedir!
25- 31 Mart arası “Kütüphane Haftası” olarak kutlanıyor bu sene, çok da iyi ediliyor!
Aslında ülkemizde 1964 yılından beri mart ayının son pazartesi günü ile başlayan hafta olarak kutlanıyor. Amaç, halkın kütüphanelerden daha iyi şekilde yararlanmasını, kütüphanecilik mesleğinin tanınmasını sağlamak, halka okumayı aşılamak! Lakin bu aşı bizim halka dokunuyor herhalde, pek kimse olmak istemiyor! Zaten sağolsun medyamız da, siyaset- futbol- magazin odaklı gündeminden başını kaldırıp da bu konuya vakit ayıramıyor. Hal böyle olunca da bu önemli hafta, dizi savaşları- reyting çarkları arasında kaynayıp gidiyor!
Bildiğimiz üzere, okul hayatı bitince hayat okulu başlıyor! Kitaplar var hayatımızda yani, hiç gitmiyor!
Memnun değilsek düzenden, çok okumak gerekiyor arkadaşlar!
Çünkü;
Dünyayı insanlar değiştirir, insanları da kitaplar!
……………………………… *……………………………………
O Sihirli Kıvrım
Bu aralar yapmayı ne çok unutuyoruz onu!
Hadi biz yapmıyoruz, yaptıranı da bulamıyoruz!
Gözle görülmeyen, sözlere dökülmeyen küçük şeylerde bile, dudağımızın kenarına yerleşirdi o, ısıtırdı yüreğimizi, beslerdi neşemizi!
Şimdilerde yürek de kalmadığından mıdır ısınacak, neşe mi kalmadı yaşanacak- o küçük, sihirli kıvrım da süzülüp gitti galiba hayatımızdan! İlan verdim gazeteye, bulunsun diye tez elden;
“Gülümsemem kayboldu- hükümsüzdür!”
Sürekli bir olay, bir vukuat! Dünyanın bir yerinde bombalar patlıyor, bir yerinde insanlar açlıktan- hastalıktan kırılıyor, dibimizde küçücük çocuklara tecavüz ediliyor, malları-mülkleri- emekleri çalınıyor! İçimize şöyle derin bir nefes çeksek, çekemeyenler adına ciğerimiz utanıyor. Velhasıl hal böyleyken, gülümseme mi kalır dudakta cancağızım, o da çareyi gitmekte buluyor!
Dünyanın tartışmasız en iyi antidepresanı gülmek, dudaklarla yapılacak en güzel şey!
Tamam tamam, öpüşmekten sonraki en güzel şey!
Acıya, derde, kedere karşı sürülecek en iyi merhem, kana en hızlı karışan ilaçtır. Değerine paha biçilmez üstelik maliyeti de sıfırdır!
Son dönemde kendini diyete vermiş, spora adamış, estetikçilerin yolunu aşındıran kadınlara bir haberim var! Dik popodan, selülitsiz bacaktan daha dikkat edilen şey ‘gülümseyen yüz’müş! Yapılan anketler, neşeli bir kadının yerini hiçbir şeyin tutamayacağını gösteriyormuş! Yani vücut güzelliğine takılıp gülümsemeyi unutanlar aman diyeyim! Sizin kadar taş gibi olmasa da tatlı tatlı gülümseyen bir kadından daha geridesiniz, valla söyleyeyim!
Tebessümün çiçek açmasıdır gülümseme, yakışmadığı insan yoktur, acıya karşı koymanın da en güzel yoludur. Yoksa canımız ciğerimiz- megastarımız Tarkan’ımız, ‘Gülümse kaderine’ der miydi, ‘Kader diyemezsin, sen kendin ettin’ diyen acıların kadını ‘Bergen’in aksine! O yüzden gelin siz de benim gibi minik serçemizin sözlerine; “Gülümse, hadi gülümse bulutlar gitsin/ Hadi gülümse/ Belki şehre bir film gelir/ Bir güzel orman olur yazılarda/ İklim değişir, Akdeniz olur/ Gülümse…
En güzel takısı gülümseme bence bir kadının, dudağının ucuna yerleştirdiği o şefkatli o şehvetli kıvrım! Hele de o kıvrım yuva yaparsa yanak çukurunda, şiirler de yetmez anlatmaya onu, şarkılar da!
Ondan çok acıdı yüreğimiz belki de, ünlü oyuncu Bahar Öztan’ın vedasına!
Gamzeli Güzel’imiz 4.kez yakalandığı o kötü hastalığı bu sefer yenemedi ne yazık ki!
Oysa ki ne uğraştı ne direndi ama cennet onu çağırıyor olmalıydı, emir büyük yerdendi!
Şampuan reklamıyla gördük onu ilk kez ekranda, okuduk sayısız fotoromanda! Kanlı Nigâr, Doktor Civanım, Orta Direk Şaban gibi filmlerle yerleşti yüreğimize, içini ısıttı küçük- büyük herkesin, o şahane gamzeleriyle! Şarkıcı oldu, İzmir Fuarı’nda- sayısız filmi oldu televizyonda! Ama biz onu gülümsemesiyle hatırlıyoruz işte, o güzel gamzeleriyle!
Çok oyuncu, çok sanatçı, çok iş insanı var da güzel gülen hatta gülümseyebilen kaç kişi kaldı etrafımızda!
Sahip çıkın onlara, tutun hayatınızda- yamacınızda! Bulaşıcıymış gülümsemek, siz de deneyin bakalım, çok da zor değil aslında!
Hem gülümseme sırasında yüzünüzde 20 kasınız çalışırken kaşınızı çatmak, somurtmak için ise 40 kas çalışıyormuş- kolay olan varken zoru niye seçesiniz ki, değil mi ama!
………………………………………..*……………………………………
Cehennem Yükleniyor
Yaa şöyle bir hafta da tatsız tuzsuz bir şey olmasın, modumuz kaçmasın, parmaklarım klavyede mutsuz mutsuz dolaşmasın diyorum ama olmuyor! İlla üzülecek bir olay, utanacak bir sebep gelip bizi buluyor!
Değil yazmak, anlatmak, düşünmek bile hasta ediyor beni! Bağcılar’da suculuk yapan sapık bir adamın, özel yalıtımla kapladığı odada çocuklara yıllarca işkence ve tecavüz etmesi, bu durumu kimsenin bilmemesi ya da bilmezden gelinmesi, günlerdir kesti nefesimi, delik deşik etti kalbimi!
Amerikan film ve dizilerindeki sapkınlıkların yerli versiyonu olan bu insanlık dışı olayın detayları insanın tüylerini ürpertiyor, yaşamaktan soğutuyor. Ya adam kendini baldızının çocuklarına- öz yeğenlerine bile tecavüz etmiş, bu adam hala nasıl yaşıyor, aynaya nasıl bakabiliyor!
Biz çocuklarımızı öpmeye bile kıyamazken, saçının teli için dünyayı yakmaya hazırken, insan demeye utandığım bir mahluk geliveriyor ve çocukların o saf o masum hayallerini karartıp aydınlık geleceklerini karartıyor. Benim kanım kaldırmıyor, alacağı hangi ceza bu iğrençliğin karşılığı olabiliyor, hangi bedel o çocukların psikolojilerini düzeltebiliyor- bilen varsa buyursun anlatsın, azıcık içimizi rahatlatsın!
Daha bunun üzüntüsünü atamamışken dünyanın en büyük metropollerinden birinde- Moskova’da tek suçu konser dinlemek olan masum onlarca insan, katlediliyor! Üstelik yerde yatan yaralı adamların boğazına defalarca bıçak sokup çıkarılıyor! Hiçbir suçu olmayan onlarca sivili makinalı tüfeklerle tarayan o kan emiciler, merak ediyorum akşam nasıl uyuyorlar!
Yaşanan bu korkunç terör saldırısının hemen ardından, daha resmi makamlar olay yerine intikal etmeden suçu Ukrayna’ya yüklemek doğru mu bilemedim. Amerika İŞİD’i neye dayanarak sorumlu tuttuğunu daha anlayamadan terör örgütü DEAŞ’ın da suçu üstlendiği haberi geldi. Yalnız bu olay, diğer terör saldırılarından daha bir farklı sanki; Siyasi sloganlar atılmadı, şantaj yapılmadı, rehin alınmadı! Sebebi bilinmiyor henüz bu vahşetin ardında bir mesaj saklı!
Putin’i biliyoruz, bunun altında kalmaz! Bir yerler fena karışacak ve bu kez sadece Ortadoğu’da değil, dünyada kartlar yeniden dağıtılacak!
Ve dünya öyle bir hal alacak ki korkarım bize cehennemi, mumla aratacak!
…………………………………….*………………………………..
HAFTANIN EN’LERİ
Haftanın Kaosu: Bizden çok uzakta ama huzursuzluğu hemen yanı başımızda oldu! Avustralya’nın Alice Springs kentinde şiddet olaylarının ardından “acil durum” ilan edildi ve “kısmi sokağa çıkma” yasağı uygulamasına geçildi! Bu saldırgan olaylara sebep olan durumun, araba çarpması sonucu hayatını kaybeden gencin yakınlarıyla bağlantılı olduğu düşünülüyor zira uygulanan ‘kısmi sokağa çıkma yasağı’, 18 yaş altı gençlere 2 hafta boyunca her gün 18.00’de başlayacak 12 saatlik sokağa çıkma yasağı! Bence yasak gayet güzel, daha çok ülkede- daha sık uygulanmalı, özellikle de ebeveynlerini zorlayan ergenlere!
Haftanın Satışı: Dünyanın bence enteresan 2 adamından biri tarafından yapıldı! Birinci adamı hiç kuşkusuz Elon Musk ise ikincisi de Donald Trump olur elbette! Trump, sosyal medya hesabı Truth Social’da yayımladığı videoda, “Tüm Amerikalıların evlerinde bir İncil’e ihtiyacı var ve bende de çok var. Bu benim en sevdiğim kitap. Bu İncil’i almanızı desteklemekten ve teşvik etmekten gurur duyuyorum. Haydi Amerika’nın tekrar ibadet etmesini sağlayalım! Kutsal Cuma ve Paskalya’ya yaklaşırken sizi ‘Tanrı ABD’yi Korusun İncili’nin bir kopyasını almaya teşvik ediyorum!” ifadelerini kullanarak seçmenlerini İncil satın almaya çağırdı. Bu paylaşımı yapan Trump acaba ‘reklam’ ya da ‘işbirliği’ ibarelerini kullandı mı? Bunun için birinden para aldı mı? Seçimi kaybederse ‘Youtuber’ olur mu?
Haftanın Vatandaşlığı: Özellikle gurbetçileri rahatlattı! Almanya’da çifte vatandaşlığı kolaylaştıran yasa, Resmi Gazete’de yayımlandı. Bu yasa ile Almanya’da yaşayan Türk vatandaşları, Türk vatandaşlığından ayrılmadan Alman vatandaşlığına da sahip olabilecek. Yine Alman vatandaşlığına geçmek için istenen yasal ikamet süresi 8 yıldan 5 yıla indirilecek. Almanya’da doğan çocuklar, Alman vatandaşı olmasalar da ebeveynlerinden birinin en az 5 yıl yasal olarak ülkede ikamet etmesi halinde Alman vatandaşlığı alabilecek. Bu yasa, özellikle Almanya gibi sert ve katı kurallarla idare edilen bir ülke için son derece radikal bir karar! Hem hayırlı hem de hayırlısı olsun!
Haftanın Kazası: Bu kez de Amerika’da yaşandı! Amerika’nın Baltimore kentinde, kargo gemisinin köprüye çarpması sonucu, Francis Scott Key Köprüsü saniyeler içinde yıkıldı. Yaklaşık 3 km. uzunluğundaki köprünün bir kısmı çarpma sonucu çökerken, çarpma sırasında köprü üzerindeki birçok araç nehire düştü. O anda köprüden geçiyor olmak şansızlık, gemide olmak şansızlık! Hayat gerçekten bir an! Bir anda he şey değişebiliyor, ömür bitebiliyor!
Haftanın Değişimi: ‘Eyvah’ dedirtti! Yapılan araştırmalarda, son 25 yılda ergenlik yaşının düştüğü bilimsel olarak kabul edildi. Öyle ki kızlarda ergenlik yaşının 8’e kadar indiği, çocukluktan erişkinliğe geçiş süreci olan ergenliğin de 25 yaşına kadar uzadığı verilerle ispatlanmış durumda! 25 yaş ne ya! Hiç bitmeseydi bari! Eskiden 12-17 arası olan ergenlik yaş aralığı bile ebeveynleri ziyadesiyle yıpratırken şimdi 8-25 yaş aralığına uzaması halinde olacakları düşünmek istemiyorum! Arkama bakmadan kaçmak istiyorum!
GÜNDEM
09 Ekim 2024SPOR
09 Ekim 2024GÜNDEM
09 Ekim 2024SPOR
09 Ekim 2024SPOR
09 Ekim 2024GÜNDEM
09 Ekim 2024GÜNDEM
09 Ekim 2024